SEN
YAŞADIĞIN YERİN
NESİNİ BEĞENİYORSUN?
Nihayet
eve geldi. Arabayı park etti. Göğsündeki ağrı dayanılmaz bir hal almıştı.
Arabadan indi. Gözleri kararmaya başladı. Nefes alamıyordu. Bir iki adım attı.
Daha fazla dayanamadı ve yere yığıldı. Kaykayı ile oradan geçmekte olan
komşusunun 15 yaşındaki oğlu adamın yere yığıldığını görmüştü. Koşarak yanına
geldi. Adamı sırt üstü çevirdi. Bir yandan “yardım edin” diye bağırmaya
başladı. Adam nefes almıyordu. Gömleğini açtı ve kalp masajına başladı. Avazı
çıktığı kadar bağırıyordu. “Yardım edin.”
Bir
hafta sonra…
O
gün yere yığılan adam kapıda, kendisini kontrole gelen ve aynı zamanda arkadaşı
olan doktoru uğurluyordu. Genç çocuk da oradaydı. Doktor:
-Biliyorsun
değil mi, hayatını bu çocuğa borçlusun. O olmasaydı yaşama şansın % 5 bile
değildi.
Adam
çocuğa sıcak sıcak baktı. Başını okşadı. Sonra sordu:
-Nereden
öğrendin bu kalp masajını?
-Okuldan,
okulda hepimiz biliyoruz. Orada öğrettiler.
İşte
budur sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım… Eğitim budur.
İsrael’de
10 – 11 yaşındaki o çocukların nasıl İngilizce konuştuklarını işitseniz hayret
edersiniz. Öyle yıllığı binlerce dolar olan kolejlerde değil, sıradan semt
okullarında öğreniyorlar bunu. Devlet okullarında…
İsrael
küçük bir ülke. İmkânları da ona göre. Devlet destekli 8 üniversite var. Fakat
buna rağmen İsrail üniversitelerinin başarıları parmak ısırtıyor. Dünyanın en
iyi 100 üniversitesinden 7’si İsrail’de. Bilgisayar dalında Weizman Enstitüsü 12’nci,
Technion 15’nci, Tel-Aviv Üniversitesi ise 31’nci sırada.
(Genel
sıralamada Türkiye’nin en iyileri, Koç Üniversitesi 250-300 bandında, Sabancı Üniversitesi 351-400 bandında, Boğaziçi Üniversitesi 501 –
600 bandında yer alıyor. İlk 1000 –yazıyla,
bin- üniversite sıralamasına, Türkiye’nin
197 üniversitesinden yalnız 10 tanesi girebildi.)
Bu yazıyı yazmak için araştırmalarım
sırasında ilginç bir istatistiğe rastladım. Türkiye’de 9’ncu sınıfta okuyan
yaklaşık 2 milyon 400 bin öğrenci var. Bunların en çok tercih ettiği seçmeli
ders Hz. Muhammed’in hayatı. (310 bin öğrenci.) 10’uncu sınıfta ise yaklaşık 1
milyon 900 bin öğrenci var. Bunların da en çok seçtiği seçmeli ders yine Hz.
Muhammed’in hayatı. (160 bin öğrenci.) Yorum size ait…
İsrael’de öğrenciler liseyi 18 yaşında
bitirirler. Sonra askere giderler. Üniversite eğitimi 3 yıllık askerlik
hizmetinden sonra başlar. Paralıdır. Şimdi ordu bir karar aldı. Savaşçı
askerlerin üniversite masrafları ordu tarafından karşılanacak. Bu, ileride
bütün askerleri kapsayacakmış. Araştırmalara göre ordunun üstlendiği bu muazzam
masraf zaman içerisinde geri dönecekmiş.
Bu eğitim sisteminin sonuçları ne oluyor?
Bu hafta okudum. Sizler de okumuşsunuzdur. 20’nci yüzyılın vebası denilen AİDS
hastalığına İsrael’li araştırmacılar kesin çözüm buldular. Başarı oranı % 95.
İlaç yolda. Kısa zaman sonra AİDS kötü bir anı olarak hatırlanacak. Bir başka
müjde de ALS hastalarına geldi. ALS kas erimesi hastalığı. Allah korusun. Çare yine
İsrael’li doktorlardan geldi. Tedaviyi buldular.
Buraya onlarca keşif, buluş yazabilirim.
Ya da Nobel ödüllerinden bahsedebilirim. Ben sadece bu hafta okuduklarımı
yazdım. O kadar. Bir de şunu belirtmeden geçemeyeceğim. İsrael dünyada çocuk
yetiştirilebilen en iyi dördüncü ülkesi seçildi.
Elbette
ki Yahudiler İsrael’i çok severler. Nasıl sevmesinler? Burası Yahudilerin
ülkesi. Ama yalnızca sebep bu mu? Yalnız İsrael, Yahudilerin ülkesi olduğu için
mi onlar tarafından bu kadar seviliyor? Hayır. İsrael çok başarılı. İsrael
vatandaşı, ülkesiyle pek çok konuda gurur duyuyor. İsrael, vatandaşına birçok güzellik
sunuyor.
İsrael’de
sosyal eşitlik var.
İsrael’de
demokrasi var.
Hürriyet
var.
Basın
köküne kadar özgür.
İsrael’de
eğitim iyi.
Hukuk
vesayet altında değil. Herkes hakkını arayabilir.
İsrael
vatandaşı hükümetine, devletine, ordusuna güveniyor.
İsrael
devleti her vatandaşının, hatta her Yahudi’nin yanındadır. Onu asla yalnız
bırakmaz.
İsrael’li
kadınlar alabildiğine özgürdürler. Alabildiğine serbesttirler.
Çocuklar
özgürdür. Yaratıcıdır.
İşte ben İsrael’i bu güzellikleri için seviyorum
ve takdir ediyorum. Torunlarımı düşündüğümde, bu memleketin çocuklarını
düşündüğümde içim sıcacık oluyor. Gelecekten ümitliyim. Ufukta pırıl pırıl
güneş var. Ve inşallah bir gün, hem de çok uzakta olmayan bir gün mutlaka
barışı da yakalayacağız. Onu da becereceğiz. Şimdilik tek sıkıntımız bu…
Nasıl yaşadığımıza gelince, İsrael’in
HAYAT TARZI Türkiye’dekinden farklıdır. Daha zordur. Daha serttir. Ama İsrael'de yaşamak bir gururdur. Bir farklılıkdır. Yaşayan bilir. İnsanlar sabahları
erken kalkarlar. Herkes çalışır. Yaşlılar bile. Cumaları yarım gün çalışma var.
Alışveriş haftalık yapılır. Kuaför manikür filan azdır. Kadınlar saçlarını
çoğunlukla evde boyarlar. Mosa olayı da çok daha seyrek ve pahalıdır. Saati 50
şekel artı yol parası. Üstelik evi kirletiyor mu, temizliyor mu belli değil.
Bir şey söylemeye kalkarsan da bir çene açar, Allah korusun. Öyle sıra ile her
hafta bir evde toplanma, yemekler, poker, tavla pek yok buralarda. İnsanlar
yorgun, ertesi günü saat 6 da kalkıp işe gidecekler. Lokanta restoran işleri de
daha azdır. Eğlenmek için ya plaja ya da pikniğe giderler. İsrael’de insanlar rahattır, kendileri için
yaşarlar, başkaları için değil…
Türkiyeli Yahudiler ’in HAYAT TARZI ise
dolçe vitadır. “Tatlı hayat”. Bu eskiden daha hızlı idi. Son 10 senede
Yahudiler paralarını kaybettiler. Pek çok aile artık zorda. Ama “tatlı hayat” hala mevcut. Hala pek
çok aile yazlığa adalara modalara gitmekte. Hatta artık Çeşmeler’de, Bodrumlar’da
yazlıklar moda. Senede 3-5 defa seyahatlere gidenler var. Kıbrıs’ı ise
seyahatten saymıyorum bile. İşin enteresan tarafı bunları sosyal medyada afişe
etmekten de kaçınmazlar. Bir de sonradan “yok canım kalmadı o eski lodoslar”
diye hem kendilerini hem de başkalarını kandırmaya kalkarlar. Rakı
sofraları, 5 yıldızlı otellerde düğünler, bar mitzvalar gırla… Mosalar,
kuaförler, cilt bakımları, estetik ameliyatları hala revaçta… Bir de Türk
Yahudileri başkaları için, gösteriş için yaşarlar. Türkiyeli Yahudiler görünmez
duvarları olan bir gettonun içine hapsolmuşlar. Belirli yerlere gidip birbirileri
ile görüşüyorlar. Mecbur kalmadıkları takdirde geniş topluma karışmıyorlar. Doğruları
söylüyorum diye bana kızmayın. Ben bilmiyor muyum, 60 seneden fazla ben de
Türkiye’de aynı hayatı yaşamadım mı?
Türkiye’li Yahudiler bugün Türkiye’yi
değil, Türkiye’deki hayat tarzını seviyorlar. Alışkanlıklarının ESİRİ olmuşlar
bırakamıyorlar. Sigara gibi. Daha kötüsü uyuşturucu gibi… Bir de korkaklar.
Erkekler “gidersek nasıl para kazanırız oralarda, perişan oluruz” diye
düşünürken, kadınlar, “biz oralarda nasıl yaparız, mosa yok, kuaför yok,.Dolçe
Gabana çanta yok, nasıl olur?” diye alıştıkları Türk Yahudisi tipi
alışkanlıklarını bırakmak istemiyorlar.
Şimdiiii, gelelim zurnanın zırt dediği
yere. İsrael’in verdiği nimetler güzel. Bu çölden bozma vaha ülke bireylerine
verdiği değerler yüzünden kıymetli. Verin bakalım yukarıda saydığım “tatlı
hayat” olanaklarını bir İsrael’liye, acaba gider mi… Gitmez abi. Belki ilk
anda cazip gelebilir, ama gitse de kısa zamanda pişman olur. Çünkü oradaki
hayat, nasıl desem, ÇAKMA. Bana sakın aliyah yapıp da geri dönenlerden
bahsetmeyin. Kaç kişi gelmiş, kaç kişi dönmüş? Hele bu gün sözünü ettiğim son
10 senede. Yüzde 1 bile çıkmaz…
Ama Türkiye’den İsrael’e akın akın
geliyorlar. O “tatlı hayatı” bırakıp geliyorlar. Çünkü özellikle çocuk
büyütmekte olan aileler, evlatlarının geleceğini düşünüp İsrael’e geliyorlar. Uyuşturucunun
verdiği tatlı rüyalardan uyanıp gerçek dünyayı, gerçekten kıymetli olanı
görüyorlar. Ve çocuklarının geleceğini seçiyorlar.
Şimdi siz kendi kendinize bir sorun
bakalım. Yaşadığınız ülkenin siz nesini
beğeniyorsunuz? Nesini seviyor, nesini takdir ediyorsunuz? Hayat tarzını mı, yoksa
yaşadığınız ülkenin koşullarını mı? Demokrasisini mi, hukukunu mu, basınının
özgürlüğünü mü, fırsat eşitliğini mi, kadınların serbestliğini mi, çocukların
yetiştirilmesini mi, eğitimi mi, nesini? Yorumlarınızı bekliyorum inşallah…
Hadi hayırlısı…
Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve
dostlarım.
Bu hafta da bu kadar.
Sevgiyle kalın, hoşça kalın…
Aaron Baruch (Ankaralı)
Kaynakça : Onedino, YNET,
mobil.hurriyet.com.tr
NOT: Yazımın başında anlattığım olay
bütünüyle gerçektir.